HAKKINDA
PROJELERİ
GALERİ
SİTE

Röportajlar / Haberler



< HAKKINDA < TÜM RÖPORTAJLAR




YENİDÜZEN.COM

Simge Çerkezoğlu
2014


Hiçbir idare sanatla boy ölçüşemez

Serhat Tutumluer ismi çoğumuz için televizyon dizilerinin yakışıklısı… Hatta onun için “Türk Sineması’nın yeni jönü” ifadesini kullananlar da var, tüm kadınları peşinden sürüklediğini düşünenler de…

Oysa onunla konuşmak, bildiğimizi sandığımız Serhat Tutumluer’den çok daha öteye gitmek demek. Doğrudur, etkileyici derecede yakışıklı ve çok da iyi bir oyuncu ancak hepsinden öte gerçek bir sanatçı, aynı zamanda savaşçı.

Kalbi sanatla çarpan, tiyatronun konusu açıldı mı gözleri dalan, bir dokunup bin ah işittiğimiz isimlerden birisi.

Tutumluer, Tiyatro Festivali kapsamında Ada’mızda bulunuyor. Talimane Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ve Tutumluer’in rol aldığı “Bir Halk Düşmanı” adlı oyunda doğruları söyleyerek erke karşı gelmenin bedelini yalnızlıkla ödeyen profesörün hikayesi anlatılıyor…


RUTKAY AZİZ’LE TANIŞMAMLA HAYATIM DEĞİŞİYOR

Rutkay Aziz’le tanışmanın hayatında dönüm noktası anlamına geldiğini söyleyen Tutumluer, geçmişe ilişkin her insan gibi pişmanlıkları da yaşıyor. Keşkelerini paylaşıyor.


Hayatınız sosyoloji okumaya başlayıp konservatuara geçme kararınızla değişti sanıyorum. Neden hayatınızda sosyoloji değil de konservatuar ve tiyatro oldu?

Aslında ben kendimi okumaya ve yazmaya adamayı planlıyordum. Hayata dair bütün derdim de bundan ibaretti. Sosyoloji okumayı da o sebeple tercih ettim. Daha sonra sosyoloji okuduğum sırada bölümdeki kültür merkezi bünyesinde bir edebiyat tiyatrosu kuruldu. Bu beni çok etkiledi. Orada bir oyunda rol aldım. Tüm bunlar olurken Rutkay Aziz’le de tanıştım. Çok güzeldi. Ondan ve tiyatroculuğundan çok etkilendim. “Sen okulunu bitir, Ankara Sanatın kapıları sana her zaman açık olacaktır demişti” ama ben bekleyemedim tabii. Konservatuar sınavına girdim ve geçtim. Şimdi düşününce keşke bitirip ondan sonra tiyatroya başlasaydım diyorum. O zaman çok daha donanımlı olurdum. 


Mezun oldunuz ve bir süre devlet tiyatrolarında çalıştınız. Sonra devlet tiyatrolarından istifa ettiniz. Bu kararı almanızın sebebi neydi?

Doğrudur, konservatuardan mezun olduktan sonra devlet tiyatrolarında çalıştım. Sınıfımız gerçekten de çok yetenekli öğrencilerden oluşuyordu. Bugün hemen hemen hepsinin ismi biliniyor zaten. Kıymet ve Barış da sizin bildiğiniz Kıbrıslı tiyatroculardan. Onlar nasıl Kıbrıs’ta çok değerlilerse, Türk tiyatrosu için de sınıfımızdan daha nice değerli isimler çıktı. Ardından bu değerli dostlarımla devlet tiyatrosunda da buluştuk, birlikte çalıştık. O dönemde Işın Kasapoğlu Kocaeli Devlet Tiyatrolarını kurmuştu. Hep beraber oraya gittik. Işın Kasapoğlu ve Yücel Erten’le çalışma fırsatı bulduk. Ancak belediye seçimlerinde başkanın değişmesi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin belediye başkan adayının seçimi kazanmasıyla sanata ciddi ciddi müdahale başladı. Ben çok yakından ve üzerinde o baskıyı doğrudan hisseden sanatçılardanım. Bence tiyatromuza hiç iyilikleri dokunmadı. Ben istifa etmek zorunda kaldım. Elbette Cumhuriyet Halk Partisi mensubu belediye başkanı varken de her şey kusursuz değildi ancak en azından işimize karışmıyorlardı.


Devlet tiyatrolarında neler yaşadınız da işinize müdahale edildiği hissine kapıldınız?

Genel Sanat Yöneteni oyunculardan oluşan yönetim kurulu tarafından seçilirdi. Böylece bu seçim yine işini bilen insanlar tarafından yapılırdı. Ancak AKP iktidarı geldi ve bunu değiştirdi. Bu değişince de her şey değişti. Bu çok önemliydi. Sanat Yönetmeni dünya sanatlarını takip eden kişilerden seçilmelidir. Bunu engellemek repertuarı kısırlaştırmayı da beraberinde getirdi. Ben baskılara dayanamadım, böylece istifa ettim. Keşke böyle şeyler olmasaydı. Keşke ben de istifa etmeseydim. 


ÖZEL TİYATRO ÖZGÜRLÜK DEMEK

O da özel tiyatroda çalışmanın özgürlük anlamına geldiğini savunanlardan… Ancak hayatta her kazanç, bazı kayıpları da beraberinde getiriyor. Özgürlüğün bedeli bitmeyen bir mücadele anlamına geliyor ve Tutumluer soruyor; hayatta en önemli şey çocuklar değil midir?

Devlet Tiyatrolarından istifanızla şu an çalıştığınız “Talimhane Tiyatrosu”nu kurma kararı mı aldınız?
İstifamın ardından Mehmet Erhen’le beraber İstanbul’da Ak Sanat Tiyatro ve sizin de söylediğiniz gibi Talimane Tiyatrosu’nu kurduk. İlk günden bu yana ben de Mehmet’le birlikte bu işte varım.  

Şimdi özel bir tiyatrodasınız. Böylece devlet ve özel arasındaki farklılıkları deneyimleyerek gözlemliyorsunuz…
Tiyatro özgür yapılmazsa anlamı olmaz, tiyatro olmaz. Bugün devlet tiyatrolarının en büyük sıkıntısı ve sorunu özgürlüktür. Günümüzde Türkiye’de devlet ve şehir tiyatroları tam da bu sebeple yalnız kalmıştır. Sadece birkaç tane kendini bilen, sanatı takip eden, sanatın ne olduğunu ve içeriğini anlayabilen sanatçılarla yürümeye çalışıyorlar. Ancak sonuç olarak önlerinin açık olduğunu düşünmüyorum.

Özel tiyatroların daha özgür olduğunu söylüyorsunuz ama bu özgürlüğün bir bedeli olmalı…
Tabii ki bedel ödüyoruz. Ödemez olur muyuz! Bizde öyle enteresan hikayeler var ki. Talimane Tiyatrosu İstanbul’da Beyoğlu Belediyesi sınırları içinde bulunan bir mekânda Talimane semtindeydi. İsmi de o semtten geliyor zaten. Biz o mekânı Beyoğlu Belediyesi yüzünden bir türlü tiyatro binası haline getiremedik. Ruhsat alamadık. Bize yalan söylediler. Çok uğraştık olmadı. Çok da enteresan bir anım var bununla ilgili. İstanbul Tiyatro Festivali zamanı biz Talimane Tiyatrosu olarak katılamıyoruz. Dediğim gibi ruhsatımız yok. Bu arada festival kurulu kalabalık bir grup yabancı tiyatrocuyu İstanbul’da ağırlıyor. Sanatçılar oyunları için İstanbul’da bir türlü istedikleri gibi bir salon bulamıyor. Yüksek tavanlı sof itası yüksek salon arıyorlar. İstanbul’u gezmeye başlıyorlar. O zamanki festival kurulu başkanı çaresiz kalıyor ve kilidi kırarak Talimane Tiyatrosu’nu da gösteriyor. Yabancılar “evet” diyor, “aradığımız salon” bu. Ancak özel izin alarak onlar için kapılarımızı açıyoruz. Özel tiyatro yapmak hep bu tip sıkıntıları da beraberinde getiriyor. Özel izinlerle hayatta kalmaya çalışıyoruz. Özel tiyatroların bu hali elbette devlet desteğinin eksikliğinin sonucu hatta devletin sanata bakış açısının sonuçlarıdır. Bir bina bulduk işte. Tiyatro için çok da uygun. Neden izin vermiyorsun. Ne yapacağımızı sanıyorsun, tiyatro yapacağız işte. Bilen bilir zaten Talimane varoş bir bölge. Eğitim düzeyi çok düşük. Biz orayı açtığımız o kısa sürede çocuklar çok mutlu oldu. En önemli şey çocuklar değil midir bu hayatta? Onlar tiyatroya giriyor çıkıyor birlikte çocuk oyunları bile yapıyorduk. Olmadı. İzin vermediler. 

O zaman özel tiyatroların en büyük sıkıntısı sizce de sahne mi?
Doğrudur özel tiyatroların en büyük sıkıntısı salondur, sahnedir. Gelir sıkıntısıdır. Seyirci gelecek ki özel tiyatro para kazansın. Devlet desteği olacak ki özel tiyatrolar yürüyebilsin. Oyuncu dediğin insan geçimini tiyatro ile sağlayacaksa karnını bu işle doyuracaksa para kazanmalı. Para kazanmalı ki televizyon dizilerine muhtaç olmasın. Devlet tiyatrosunda çalışıyorsanız böyle bir sıkıntınız olmaz. Maaşınızı alıyorsunuzdur. Oysa özel tiyatroların yaşayabilmesi için üretim şarttır. Bütün bunlar önce tiyatroların, sanatçıların sonra da tüm toplumun kalkınması için şarttır.

TÜRKİYE’DE SANAT KÖTÜYE GİDİYOR
Sanatın Türkiye’de günden güne kötüye gittiği konusunda hemfikiriz. Tutumluer beni umutlandırıyor ve hemen arkasına ekliyor; “Kimse sanatı, tiyatroyu bitiremez. Bitmez de. Dünyanın hiçbir idaresi sanatla boy ölçüşememiştir” diyor.

Sanırım Türkiye’de sanat gittikçe daha da dar alanlara hapsediliyor. Adeta yok edilmeye çalışılıyor…

Kesinlikle durumumuz daha kötüye gidiyor. Ben asla daha iyiye gittiğimizi düşünmüyorum. Küçük küçük odalarda gençler tiyatro yapmaya çalışıyor. Bir şekilde devam edecekler de. En büyük tesellimiz bu. Kimse sanatı, tiyatroyu bitiremez. Bitmez de. Dünyanın hiçbir idaresi sanatla boy ölçüşememiştir. Bu gün de ölçüşemez ancak çok büyük yaralar bırakıyorlar ve yıllar kaybetmemize sebep oluyorlar. Şu anda bir alış veriş merkezinin alt katında tiyatro sahnemiz var. Oraya sığınmak zorunda kaldık. Alış veriş merkezinin alt katında sof itası yüksek olmayan bir mekanı, tiyatro mekanı olmayacak bir yeri, bu amaçla kullanmaya çalışıyoruz. İstanbul’da bu durumda çok sahne var. Kolonların arasında seyirciler oturuyor. Çünkü binanın temelinde tiyatro yapmaya çalışıyoruz. Bu alış veriş merkezinin alt katı da Mehmet’in insanüstü çabası sonucu var.  Yoksa onu bile bulamayacaktık.

İNSANLAR TELEVİZYONA MAHKÛM KILINIYOR  
“Tiyatrocu sadece sahnede vardır” diyen Tutumluer, toplumun yaşadığı ekonomik sıkıntılar sonucu televizyon izlemeye mahkum edildiği hatırlatıyor. Ne olursa olsun kendisi tiyatroyu tüm projelerin önünde tutuyor.

Siz dizilerden biraz zorunluluk gibi bahsettiniz…
Elbette her tiyatrocu için diziler zorunluluktur. Aksi yalandır. Tiyatrocu sadece sahnede vardır. Sinema ve tiyatro fena halde birbirine benzer. İkisinde de başı sonu belli bir hikâye anlatılır ama aradaki fark, sinema yönetmen işidir. Oyuncunun değil, bu tabii benim kişisel görüşüm. Televizyon dizisi dediğiniz şeyse sadece sektörel bir iş, ekonomik bir şey, başka da bir içeriği yoktur. Ancak televizyonda görünebilmek, orada oynayabilmek ve televizyon izleyicisi kuşağında olabilmek tam tersine kendi içinde en tehlikeli şey. Biz durduk yerde her yere, her eve ve televizyonun açık olduğu her mekana konuk oluyoruz. Bu  çok geniş bir yelpaze demek oluyor. İnsanlar neden televizyon izlemeye mahkûm kılınır, tiyatroya ve sinemaya ekonomik koşulları ile gidemedikleri onları oraya taşıyabilecek imkânları olmadığı için. Ceplerinde buna harcayacak para bulunmadığı için sanat ve kültür faaliyetlerinden uzak duruyorlar ve televizyon izlemeye mahkum kılınıyorlar. Bu durum sadece ve sadece devletin eksikliğidir. Bunu başka şekilde açıklayamayız. Biz üç, beş izleyici ile tiyatroyu yaşatmaya çalışıyoruz. Bu böyle yürümez. Devletin bir sanat politikası olmalıdır ve asla bu işler Avrupa’da böyle değildir. Bakmayın siz şimdi yalan söylüyorlar. Avrupa’da tiyatroya devlet desteği öyle değil, böyle değil diyorlar. Bunların hepsi yalan. Oyuncular orada sadece tiyatro ile hayatlarını geçindirebilirler. Ben de keşke sadece tiyatro yaparak hayatımı kazanabilseydim ama devlet tiyatrolarından ayrıldıktan sonra işin ekonomik zorluk gerçeği ile de yüzleştik.  Yine de elimden geldiğince sahneyi televizyon dizilerinden önde tutmaya çalışıyorum. Bütün arkadaşlarım da öyle yapıyor. Hepimizin gönlünde sahnede kazandığımız parayla geçinmek yatıyor.

Türkiye’de diziler neden bir türlü iyileştirilemiyor. Yabancı diziler kırk dakikaya sığarken neden Türkiye’de doksan dakika. Bu da sizin için dizileri katlanılmaz kılıyordur.
Bu reklam gelirleri ile ilgili sıkıntı. Orada da yine devletin düzenleme yapmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Yapmadığı için de dizi sektörü Türkiye’de korkunç bir halde. Oyuncular bir şekilde tamam ama diğer set işçileri ve çalışanları korkunç durumdalar. İnsanüstü gayretlerle ayakta duruyorlar. Uykusuz çalışıyorlar. O yüzden “Oyuncular Sendikası” kuruldu. Haklarımızı arayabilmek için mücadelemiz sürüyor. Kazanılmış bazı haklarımız da var. Mesela artık en azından set işçileri ve sette çalışan herkes sigortalı olarak çalışıyor. Bu da oyuncular sendikasının çabasıdır ve elbette onunla birlikte ahlaklı ve iyi niyetli yapımcılar sayesinde olmuştur.  Şartlar iyileştirilse televizyon bizim için de daha cazip hale gelebilir. Bir tiyatrocu üç ay televizyonda iş yapabilir. Yetenekli oyuncuların televizyonda izlenmesi her iki taraf için de iyidir. İzleyiciler kaliteli oyunculuğa şahit olurken oyuncular da daha geniş kitlelere ulaşabilir. Televizyon sayesinde tanınan oyuncular günümüzde küçük tiyatroları ayakta tutan isimler oluyorlar.

KAYNAK