HAKKINDA
PROJELERİ
GALERİ
SİTE

Röportajlar / Haberler



< HAKKINDA < TÜM RÖPORTAJLAR




YENİBİR İŞ DÜNYASI DERGİSİ

Asuman Korugan
2007

Sosyolojiyi yarım bırakıp maceraya atıldım


Sahnelerden sonra televizyonda gördük Serhat Tutumluer'i. Söyleşimizin başında içindeki çoşkulu çocukla tanıştık. İlerleyen dakikalarda, ülkesini düşünen ve söyleyecek sözü olan bir şövalyeye dönüştü. Yüreğini açtıkça gördük ki, bütün bunların yanında etrafına da ışık saçan bir yüz...

Kariyer öykünüz nasıl başladı? Başından beri oyuncu olmak var mıydı aklınızda?
- Eskişehir'de, liseyi bitiren her öğrenci gibi üniversite sınavlarına hazırlanırken, tek derdim ODTÜ'ye girebilmekti. Çünkü ülkenin geleceğine ışık tuttuğunu düşünüyor ve yapı itibariyle ODTÜ kampüsüne ve oradaki öğrenci faaliyetlerine bayılıyordum. Ancak son anda gazetecilikte karar kıldım. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü kazandım ve eğitimime başladım.

Tiyatro ile tanışıklığım ise üniversiteye hazırlandığım dönemde oldu. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler oyununun ikinci perdesinde, prens olarak ben çıkıyordum. O anda zleyen çocukların coşkusunu gördüm. Hepsi bir hayaş alemine dalmış heyecanlı bir şekilde izliyorlardı oyunu. İşte o gün tiyatro yapmaya karar verdim. Sosyolojiiyi de bitirmeyi çok istiyordum. Çünkü bizim toplumumuzda halkını düşünen insanlara ihtiyaç var. Ancak buna rağmen okulu bitiremedim. Kalbim tek bir şey için atmaya başladı. O da sahne hayatıydı.

Kendimi eğlendirip çocuk gibi başka bir şeyin daldım, bir maceraya atladım. O macaerada yüzerken, tiyatroculuğun aslında ne kadar ciddi sorumluluk gerektiren, zor bir meslek olduğunu anladım. Konservatuarı bitirdim.
Kendinizi sahnede var etmediğiniz sürece bir kimliğiniz yoktur. Siz kendinizi sahnede var edeceksiniz ki, bir kimliğiniz olsun hayatta.


Peki siz nasıl var ettiniz kendinizi?

- Yapacak tek şey vardı, o da sahneye çıkmak. Halkın devlet tiyatrosunda yevmiyeli olarak işe başladım. Ödenekli tiyatrolara girmeyi tercih etmedim. Çünkü devletin memuru olarak sanat yapabilme bana pek anlamlı gelmedi.
Işıl Kasapoğlu "İzmit Şehir Tiyatrosu'nu kuruyorum" dediğinde, ben ve bir kaç arkadaşım İzmit Şehir Tiyatrosu'na gittik. Çünkü O'ndan alabileceğim çok şey olduğunu biliyordum. Çok şey öğretti Işıl abi bana, hala da öğretir. Zaten oyunculukta öğrenme süreci asla bitmiyor. Çünkü zaman geçiyor ve üzerinizde birtakım değerler, izler ve yorgunluklar bırakıyor. O izlerle sahne üstünde bir takım karakterlere bürünüyorsunuz.

"Oyuncunun derdi alkış, para ya da şan şöhret değildir. Oyuncunun derdi, kendini sahne üzerinde sır edebilmesidir. Nedir sır? Tiyatro veya kamerayı cam olarak düşünürsek, camın arkasına sır çekilir hani, eskiler öyle der. Cama sırrı çekerken ayna olur. Oyuncu işte o sır olmak durumundadır. Çok samimi ve çok saf bir sır olacaksınız ki, aynada insanlar kendilerini görsünler. Bir gün kendi tiyatromu kurarsam, işte o zaman çok rahat edeceğim. Çünkü ben ne istiyorsan onu söyleyeceğim, ne istiyorsam arkadaşlarımla oturup onu yazacağız ve ondan sonra çıkıp onu oynayacağız."

Başka gerçeklikleri yaşama ve yaşatma şansınız oluyor. Ulaşılması gereken bir tek şey var, ben ona inanıyorum; o da samimiyet! Sahne üzerinde ya da kameranın karşısında o samimiyeti yakalamadığımız sürece saygısızlık etmiş oluruz.

Üniversite yıllarından beri derdim, toplumsal huzur ve mutluluğu nasıl olur da yakalayamayız idi. Nerelerde eksiğimiz var deyip birey olarak üstüme düşen görevlerin ne olduğunu ortaya çıkarmakla başladım işe. Bunu çözümlemek de bireysellikte yatıyor. Yani aslında, şairin dediği gibi "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine".


Şimdi istediğim yerdeyim, istediğimi yapabiliyorum diyebiliyor musunuz?

- Şu an İzmit Şehir Tiyatrosu'nda oyunculuk yapıyorum. Devletin memuru değil de belediyenin memuru sayılıyorum aslında. Görünen şey o. Gel gelelim ben ve birkaç arkadaşım, İzmit'te asla kendimizi memur olarak görmüyoruz. Orada bir tiyatro kurduk; oyuncular olarak çivisini bile biz çaktık, ışığını kendimiz taktık, dekorunu kendimiz yaptık. Yaklaşık sekiz - dokuz yıldır da o tiyatroda var olma sürecimiz devam ediyor. İzmit halkı çok sevdi tiyatroyu ve bizleri; bizler de elimizden geldiğince İzmit halkına, ülkenin ve dünyanın önde gelen metinlerini, samimi bir şekilde sahnelemek yolunda ilerliyoruz.

"Bence ulaşılması gereken bir tek şey var, o da samimiyet!"


Oyuncunun gelmek istediği bir yer var mıdır?

- Ulaşmak istediğim şey aslında daha samimi daha gerçekçi nasıl oynayabilirimdir. Kendimi henüz bir yere gelmiş gibi görmüyorum.


Bir röportajda, oyuncunun siyasi bir görüşü olmalı diyorsununuz...

- Sadece oyuncu değil düşünen her insanın bir görüşü vardır. Çok kaba tabirle de bu görüş artık siyasidir. 80 sürecini yaşadığımız için hala, "siyaset mi eyvah" deniyor.

O dönemlerde, sağlığımı ve geleceğimi korumak için ailemin "okuma oğlum" dediğini hala hatırlıyorum. Ben de, röportaj fırsatı yakaladığımda bu cümleleri sarf etmeye özen gösteriyorum.


İzmit'e sizi izlemeye başka illerden de gelenler varmış. Bunu neye bağlıyorsunuz?

- Evet birkaç kez denk geldim ve şaşırdım. Önceleri, beni televizyonda görenlerin bir de canlı görmek istiyorlar diye geldiklerini sanıyordum. Oysa ki sahnede nasılım diye görmeye geliyorlar.


Ses tonunuzla ilgili övgüler aldığınızı duyduk... Seslendirme yaptınız mı? Ya da yapmayı düşünüyor musunuz?

- Ses tonumun, insanlar üzerinde olumlu etkisi olduğu konusunda iki tane psikologla görüştüm. Hatta doktorlar, "Sahra" ve "Kasırga İnsanları" kasetlerini hastalarına dinletmişler. Üstelik bir doktor da, sesimin kendi üzerindeki etkisinden bahsetti. Çok şaşırdım ve bir o kadar da hoşuma gitti. Körler derneklerine, isterlerse kitap okumaya hazırım, hatta birkaç teklif geldi "ben okurum" dedim ama arkası gelmedi.


Meleklere inanır mısınız? Başınıza bu bir meleğin işidir dediğiniz bir olay geldi mi?
- Ne güzel bir soru. Olumlu enerjiye inanırım. Hepimiz birer enerji kütlesi halinde yaşıyoruz. Bir bütünden kopan, ama bir bütünü oluşturan enerji kütleleri halinde geziyoruz yeryüzünde. Neden birlikten kuvvet doğar? Çünkü, birlikten enerji doğar da ondan! Neden herkes bir şeye inanırsa olur? Çünkü, çok büyük bir enerji toplar o iş.


İnsanlar çocuklarının tiyatro ya da sinemayla, yani sanatın bir daliyla profesyonel olarak ilgilenmesini istemiyorlar. Daha çok hobi olarak düşünüyorlar. Neden sizce?

- O mantık her zaman vardı ama bugün işin rengi biraz değişti. Televizyona çıkıverirsin. Güzel iki tane gözünüz, güzel bir yüzünüz varsa oyunculuğunuz da önemli değildir zaten. Bir anda köşeyi dönebilirsiniz. Artık, köşe dönmece mantığı biraz da, Amerikan formatlı programları getirip getirip, ünlüler çıkartılmasından kaynaklanıyor.

Aileler tabii böyle diyor çünkü memlekette işsizlik var. Tiyatroya gönül vermiş bir genç ne yapacak, konservatuarda eğitim alacak. Konservatuar eğitim sistemimizi bir kaldıralım bakalım, ne kalacak elimizde? Sonra mezun oldu ne yapacak; ödenekli tiyatrolar kadro vermiyor ki. Zaten özel tiyatrolar zor ayakta duruyor. Seyirci televizyon delisi olmuş, onu izliyor. İşte bizim gibi birkaç insan, televizyona çıkıp röportaj verip tiyatroya gidin diyoruz. Canlı canlı bir izleyin; oradaki paylaşımı, o enerjiyi hissedin. İş dünyasında kilit noktalarda suran herkesin üzerinde çok büyük bir sorumluluk var. Bu memleketin geleceğini çiziyorlar. Onlar ekonomik geleceğimizi özgür kılmak zorunda.

*


Kaynak: Röportajın içeriği konusunda yardımcı olduğu için Yenibiris.com'dan Pazarlama Uzmanı sayın Yasin Yenidoğan'a çok teşekkürler. Röportajın orijinal hali için tıklayın.