HAKKINDA
PROJELERİ
GALERİ
SİTE

Röportajlar / Haberler



< HAKKINDA < TÜM RÖPORTAJLAR




EMPIRE TÜRKİYE DERGİSİ

Olkan Özyurt
2007

Ara’nın sizin için nasıl bir çekiciliği var?
- Senaryoyu okuduğum zaman Ümit Ünal’ın çok samimi bir şekilde farklı bir hikaye anlatmak istediğini düşündüm. Bir evde geçiyor film ve 30’lu yaşlarında iki kadın ve erkeğin 10 yıllık süreçte ilişkilerini anlatıyor. Karakterlere baktığımız zaman orta halli ailelerin çocukları bunlar. Kendilerince nedenlerden dolayı çıkışsızlık yaşıyorlar. Ama genel olarak, yaşadıkları manevi boşluk hissi bu çıkışsızlığın sebebi. Ümit Ünal da çevremizde sıkça gördüğümüz bu insanları resmedip, onların dünyasının kapılarını aralıyor. Yani filmde anlatılan, bu zamanda yaşayan inanların dramı. Bu oldukça çekici geldi bana.


Bu arada kalma hali, doğrularla eğrilerin birbirine karıştığı zamanlarda biraz kararsız kalmaktan oluşur. Böyle düşününce karamsar bir dönemde yaşadığımızı düşünüyor insan…

- Büyükşehirlere, metropollere gelip hayatını orada yaşamak isteyen insanların özlemi geçmişte edindiği manevi değerleri yaşatmak üzerine kurulu. Açıkçası ben bunu kendimde görüyorum. Oyuncu Serhat Tutumluer olarak bu arada kalmışlığı ve sıkışmışlığı yaşıyorum. Benim bir yanım köyde yaşar. Çocukluğumu köy yaşantısın da geçirdim. Ortaokul ve lise yıllarım Eskişehir’de geçti. Buralarda edindiğim değerleri çok net hatırlıyorum. Ama oyuncu olarak çalışma hayatına girdiğim zaman sıkışıklık başlıyor. Bu sıkışıklığın bana göre temel nedeni hem kişisel hem de toplumsal adalet duygumuzun yitirilmesidir. Çünkü hayat hızla değişiyor. Çevremizde kullandığımız araç-gereç, her şey değişiyor. Ama insanoğlu, bu değişime o kadar çabuk ayak uyduramıyor. Doğal olarak hayat temel değer yargılarımızdan vazgeçmeye zorluyor. Hayatı bu kadar değiştirmeye itende bence hoyrat kapitalizm. Sen orta halli bir aileden geliyorsun; aldığın eğitim, edindiğin değerler belli. Hayata atılınca da bunları genişleterek çevrene aktarmak gerekirken, para kazanmak uğruna çarkların arasına giriyor ve sıkışıp kalıyorsun. Çünkü bu çarklar çok tehlikeli. İlk olarak içimizdeki adalet duygumuzu yok ediyor. Kişi içindeki adalet duygusunu çevresinde de görmek ister. Çevresinde yoksa o da bir yere kadar dayanır.


Yani birileri vicdanımızı yok etmeye mi çalışıyor?

- Toplumsal olarak başarıya giden her yolu mübah sayıyoruz. Bu çok tehlikeli; her kötülüğü birbirimize yapmamızı meşrulaştırıyor bu anlayış. Süreli isterik bir halde dolaşıyoruz. İsteklerimizin sonu yok. Ama ben bu bilincin bize empoze edildiğini düşünüyorum. Tarihini, değerlerini bilmezsen o zaman önüne çeşitli yaşam biçimleri koyarlar. Zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olduğu zamanda vicdanımız da devreden çıkarsa yapacak bir şey kalmaz. Büyük tabloyu görmeden kişisel olarak kendimizi sorgulamaya başlarız.


Peki kişisel olarak bu durumu kolayca göremiyor muyuz? Filmde dört karakter var, dördü de mutsuz. Kendileriyle barışık değiller ve onlar kaosa sürüklüyor. İnsanın kendisiyle barışık olması çok mu zor?

- İnsanın kendini sorgulaması kolay değil. Bulunduğu durumu objektif bir şekilde değerlendirip çıkarımlar yapamayabilir. Bunu yapamayanlar da var. Belki bunun için psikologlara gitme ihtiyacı duyuluyor. Ya da içindeki sıkıntıyı tam olarak adlandıramayıp hırs müptelası, alkol yada uyuşturucu bağımlısı olunuyor. Bu madalyonun bir yüzü, diğer yüzündeyse birbirimize olan hastalıklı önyargılarımız var. Mesela statü demen bir şey var yaşamımızda. Daha kişiye bakınca onunla ilgili bir önyargımız oluşuyor. İşin garibi bu önyargı hemen yargıya dönüşüyor. İnsanlar neden bu kadar birbirinden kopuk yaşıyor ve birbirine hoşgörüsüz bakıyor. Buna bakmak gerek bence. Düzenle, gelir ve adalet dağılımındaki uçurumlarla, kişisel ve toplumsal ahlakın bozulmasıyla alakalı. Bunların sonucunda paraya, güce değer veren insanlar ortaya çıkıyor.


Cenneti Beklerken’deki Eflatun ve Ara’da ki Veli’yi akraba karakterler olarak algılamak mümkün. İkisi de ait oldukları zamanda sıkışmış durumdalar…

- Birbirinden farklı filmler olduğunu düşünüyorum. Ama karakterlerin izdüşümüne baktığımız zaman, evet, tespitinizde haklı olabilirsiniz. Çünkü ne yapacağını düşünürken Eflatun’un karşısına bir erk çıkıyor ve ne yapması gerektiğini dikte ediyor. Fakat Veli’nin dünyasında bir erk yok. Erk hayatın kendisi olmuş. Veli de bu hayatı çözmeye çalışıyor Ama bir çözüm sunmuyor, soru soruyor.


Derviş Zaim ve Ümit Ünal; ikisi de bağımsızlar. Özellikle mi bağımsız isimlerle çalışıyorsunuz?
- Türkiye’de seçme şansımız yok pek. Derviş Zaim, Cenneti Beklerken’ in senaryosunu önüme koyunca ben nasıl bu filmde varolurum diye düşündüm işin gerçeği. Tesadüf ile Cenneti Beklerken’i izleyen Ümit Ünal beni beğeniyor ve böylece Ara’da rol alıyorum.


Dizilerde rol almanıza rağmen televizyonla ilgili ciddi kaygılarınız var. Nereden çıkıyor bu kaygılar?
- Diziler televizyonun en üst noktası. Oradan insanlara doğru şeyler söyleyebilirsiniz. Mesela 90 dakika dizi olmaz diyoruz. Kalite olmayınca estetik ve görsel zevkimiz de zedeleniyor çünkü. Ayrıca televizyon bağımlı olunacak değil, gerektiğinde açılacak bir alettir. Çünkü bağımlı olursanız şiir okumaz, birbirinizle konuşmak, vakit geçirmezsiniz. Sonra da içinizde bir şeyler eksik kalır. Arada kalırsınız.

*


Kaynak: Röportajın içeriği konusunda yardımcı olduğu için Olkan Özyurt'a çok teşekkürler.