HAKKINDA
PROJELERİ
GALERİ
SİTE

Röportajlar / Haberler



< HAKKINDA < TÜM RÖPORTAJLAR




AKŞAM, 2009

Sibel Ateş Yengin
28 Kasım 2009, Cumartesi

Çok okuyanları kıskanırım

Serhat Tutumluer, Zeki Demirkubuz'un yönetmenliğini yaptığı Nahid Sırrı Örik'in romanından uyarlanan 'Kıskanmak' filminde Cumhuriyet döneminin önemli mühendislerinden birini yani Halit karakterini canlandırıyor.

Tutumluer ile filmden yola çıkarak kıskanmayı ve mutluluğu konuştuk.
Serhat Tutumluer çok az sahnesi ve repliği olmasına rağmen her zamanki gibi 'Kıskanmak' filminde de rolünün hakkını veriyor. Zeki Demirkubuz'la çalışmanın hayallerinden biri olduğunu söyleyen Serhat Tutumluer, filmin kendisi için bir ödül niteliğinde olduğunu vurguluyor. 'Bu hayatta kıskanmayan insan yoktur ayrıca kıskançlık da çok kötü bir duygu değildir' diyen Tutumluer ile film vesilesiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.

Filmden önce Nahid Sırrı Örik'in 'Kıskanmak' kitabını okumuş muydunuz?
Ahmet Hamdi Tanpınar kadar değerli olduğunu bu proje sayesinde keşfettim. Türk edebiyatında Nahid Sırrı Örik için gölgede kalmış biri deniyor, halbuki romanı okuduğunuzda su gibi akıp gidiyor. Değerli bir kalem, romanı hemen okudum ve çok büyüleyici buldum.

Zeki Demirkubuz'la çalışmak nasıldı?

Türkiye'deki hemen her oyuncunun belli başlı yönetmenlerle çalışma isteği vardır. Ben de Zeki Demirkubuz'la çalışmayı çok istiyordum. Onunla çalışmak hayallerimden biriydi. Üst üste büyük projelerde ve önemli yönetmenlerle çalışma gibi bir şansım oldu. Bu da çok büyük bir tecrübeydi ve bu işten çok şey öğrenerek karlı çıktım. Bu filmin benim için bir ödül olduğunu düşünüyorum. 

46. Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülü alan Nergis Öztürk'ün oynadığı Seniha karakteri için ne söylersiniz?
Setteyken Nergis Öztürk'ün ödül alabileceğini umut etmeye başlamıştım zaten. Bazı insanlar vardır ki ruhunun karanlık dehlizlerinde sıkıntısının sebebini ve yönelimlerinin ne olduğunu bilemez, bilse de kendine bile itiraf edemez. İşte Seniha karakteri onlardan biri. Böyle bir karakteri yaratmak da Nergis Öztürk'ün bir dehası tabii ki. Bu karakterle Nahid Sırrı Örik ve Zeki Demirkubuz'un yapmak istediği şeylerden biri biraz daha kendimize dönmemizi sağlamak istemeleri. En unutmadığımız kişi, bize kendimizi en iyi hissettiren kişidir. Böyle bir karakteri okumak ve izlemek insanın kendini şanslı addetmesini sağlayacaktır. Çünkü alışılageldik karakterlerden değil.

Filmde, çok az diyalog ve sahneniz vardı, ama oynadığınız Halit karakteri sessiz, sözsüz haline rağmen kendisi hakkında birçok şeyi anlatıyordu aslında...
Kelimelerin olması avantajlıdır ve şüphesiz o kelimeleri nasıl kullandığınız da çok önemlidir. Ancak bu bile yoksa elinizde, ne yaparsınız? Tiratları, alt metinleri sürekli içinizden geçirirsiniz. Halit'in yemek masasındaki suskun halini ve sadece bakarak durmasını günlerce düşündüm. Halit'in birkaç tane repliği var ve bunu hangi zamanlamayla söyleyebilecek, samimiyete en yakın durumu nedir? Bu sorular da karakteri yavaş yavaş biçimleyen bir şeydir ki burada işte önder, Zeki Demirkubuz'dur. Beni bir başıma bıraksaydı böyle bir karakter çıkmazdı. 

Filmi izledikten sonra beğenmediğiniz yerler oldu mu?
İçinde bulunduğum filmi ne övebilirim ne yerebilirim. Ayrıca yanlış bir değerlendirme olabilir. Sadece çok dikkatli izlenmesi gereken bir film olduğunu söyleyebilirim. Okuma provası yaptığımızda da 'acaba buraları seyirciye nasıl geçireceğiz' kaygısı vardı. Ama yapacağımız bir tek şey yönetmene güvenmekti. Çıkan işten kendi adıma çok mutluyum.

Bir söyleşide 'toprak, su, hava var, insanlar yine de mutsuz' demişsiniz, bunun cevabını buldunuz mu?
Araştırıyorum işte. Buluyorum ve çevremdeki insanlara da elimden geldiğince kendi yaşam biçimimle ışık tutmaya çalışıyorum. İsteklerimiz doğrultusunda yaşayabilme özgürlüğünü hiçbir şeyin elimizden alamayacağını bilerek hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. 

Peki, sizce insanlar neden mutsuz?
Psikiyatr olsam buna çok güzel cevap verirdim. Naçizane görüşüm; insan kafasında kurduğu kelimelerle düşünebilir ve kendini ifade edebilir. Mutsuzsa ya da bir sorunu varsa emin olmak gerekiyor ki daha az kelime kullanıyor. Dağarcığı geniş kelimeler kullanmayı öğrenmek lazım ki bu da ancak eğitimle mümkün. İnsan ruhu derdini önce kendine sonra da bir başkasına ifade edemezse sıkışıp kalıyor. İzlediğim bir belgeselde insanın ruhunu nasıl temizleyebileceğini ve bize dönüşümünü anlatıyordu. Belgeselde 'Kendinize güzel ve olumlu cümleler kurabiliyor musunuz ve kendinizi seviyor musunuz?' diyordu.

Peki, sizin buna cevabınız ne olurdu?
Ben kendimi sevmeye ve o cümleleri kullanmaya çalışıyorum. Doğru olan yolun bu olduğunu biliyorum. Çünkü başka biri yaşamıyor ki bu hayatı. Kendi hayatımı ancak kendim mahvedebilirim. Beklentilerimle, hayallerimle ya da kendime güvensizliğimle mahvederim. 

Kıskançlık duygusu size ne kadar yakın, bir karşılığı var mı sizde?
Olmaz mı? Kıskançlığın karşılığı olmayan insan yoktur. İtiraf etmeyen insan vardır ama kıskanmayan insan yoktur bence. Yüzde 100 vardır hem de. Bence çok da kötü bir duygu değildir. Kıskançlık eğer iyi yorumlanır ve kişinin bununla hesaplaşması iyi olursa kendini geliştirici bir nitelik taşır. Neyi kıskandığını bilmek önemlidir. O da beklentilerle ilgili bir şey değil midir? Belki de beklentilerimiz bizim istediklerimiz değil; bize dayatılan şeyler var. Zaten şu kapitalist çağda insanın kendini bundan soyutlaması da mümkün değil. 

Siz neleri kıskanırsınız?
Çok okuyan insanları çok kıskanırım, çok! Dehşetli kıskanırım hem de. Okumayı seven ve bu işi bilen arkadaşlarım var. Yaşça büyük arkadaşlarımla dertlerimi paylaştığımda 'bu mu senin derdin' deyip gülüyorlar bana. Ben de bunun çözümünü nasıl bulup yapabildiklerini soruyorum. Tabii ki daha fazla okuyarak ve daha net olarak. Ayrıca çok gezenleri de çok kıskanırım.  

Hayatın hangi alanlarında mutlu olursunuz?
Artık 37 yaşıma geldim. İş hayatı, ev hayatı hepsi bir bütün aslında. Biri eksik kalırsa zarar görürsünüz ve eksik kalanı tamir etmeye daha çok ihtiyaç duyarsınız. Eğer kendinizle barışık bir hayat yaşamıyorsanız ya da beklentilerinizin nelerden kaynaklandığını düşünmüyorsanız, mutsuz olabilirsiniz. Gerçi bize çok fazla şeyin pompalandığı bir sistemde yaşadığımız da aşikar ama... 

Ekşi Sözlük'te adınıza methiyeler düzmüşler, eminim özel hayatınızda yapmaktan keyif aldığınız şeyleri merak eden çok oluyordur...
En çok arkadaşlarımla sohbetten ve gezmekten keyif alırım. İlk defa size anlatayım, ilkokuldayken 'hayalinizi resmedin' demişlerdi. Benim yaptığım tek şey, bir nehir ve bir tarafında hayvancılık yapan, diğer tarafta da tarımda uğraşan insanlar vardı. Ve bu insanlar her gece bir araya gelip etleri ve sebzeleri çıkarıp yemek yiyor ve şarkı söyleyip eğleniyorlardı. İşte ben bundan keyif alıyorum.  

Tek başına olmak mı yoksa kalabalıklar mı tercihiniz olur?
Tek başına bir sessizlikten bahsedersem yalnızlıklar da şüphesiz gerekir. Gerekmez mi? Tek başına kalmak ve dinginliği de çok seviyorum. 

Zamanda yolculuk etme imkanı olsaydı neleri değiştirmek isterdiniz?
Süper bir soru bu! Harika! Gerçekten, yemin ediyorum, arkadaşlarımla bunun hayalini kurduğumuz çok sık oluyor. Eğer bunun hayalini kuruyorsak bu çağda çok verimli değiliz demek... Aslında insanın her zaman her şeyi yapabilecek gücü olduğuna inanıyorum. Sadece tembeldir. Ama biz yine de '68 Kuşağı'nı ve o dönemde yaşama hayalini kurduk. Mesela Che Guevara'nın yanında yaşamak... Bunu gerçekten çok isterdim, keşke öyle olsaydı. Bu durum beni çok efkarlandırıyor. Bunun üzerine bir büyük rakı içilir şimdi. Çok efkarlanıyorum, çok üzülüyorum ve haksızlığa uğramış bir şekilde yaşadığımızı düşünüyorum.

'Kül ve Ateş' dizisinde de oynuyorsunuz. 'Kül ve Ateş' adıyla 'ilk aşkın' yakıcı ve küle dönme halinden mi dem vuruluyor ve gerçekten ilk aşk unutulmaz mı?
Dizide küllenmiş bir aşkın tekrar alevlenmesi söz konusu. åşık olduğun kişi unutulmaz değil aslında, o duygu ilk olduğu için unutulmuyor galiba. Politikamız yüzünden gençlerimiz çağlarını çok iyi yaşayamıyor. Hande adında bir yeğenim var (adını görünce çok sevinecek) ona en büyük tavsiyem; 'aman ha her şey olur, okuyarak her şeyi yapabilirsin ama yaşaman gereken şeyleri o anda kaçırırsan bir daha geri gelmez' diyorum. İlk aşk dedikleri aslında kişiye özel bir şey değil, o duygunun kendisini çok net hatırlıyorum mesela. 

Bize de anlatsanız...
Kıpkırmızı olmuştum! Suratımdan alev çıkıyordu. Yüzünüz pespembe olur ya; işte öyleydi. Bir daha öyle bir pembeliği yaşayamadım. Yaşarsan da delisin zaten. Önemli olan her dönemdeki hali. Aşk öyle bir duygudur ki bütün metabolizmayı değiştirir ve ne dönem, ne mevki tanır. Özgür yaşayabilen bir insan için bu böyledir ama.

KAYNAK